29 Ekim 2009 Perşembe

İkiye bölünmüş Türkçe II: Tasfiyecilik.

İkiye bölünmüş Türkçe II: Tasfiyecilik.
Gaye bin yıldır halk diline kadar girmiş, bazısı mânevî mânâlar da taşıyan sözcükleri tasfiye etmek, 'eski Türkçe'ye 'Osmanlıca' diyerek bizi târihimize, atalarımıza yabancılaştırmak, Türk Dünyası'nın o zamana dek mevcut olan ortak Türkçe'sini, ortak edebiyatımızı bertaraf etmek değildi. Ama 1950'ler ve sonrası, bilim/tekniği (kök) Türkçe'yle yapma gayesinden uzaklaşıldığı gibi, mevcut eski Türkçe kelimelerin, halk diline ve edebiyatımıza iyice yerleşmiş olanlarının bile tasfiyesi yoluna gidildi. Oluşan boşluğa vaktiyle 'Anglomanlıca' adını taktığım İngilizce bozuntusu, 'Tarzanca' sözcükler hücum etti. Bunlar halk diline, edebiyat, basın-yayın diline sokulmak istendi. Ne eski Türkçe, ne Türkçe! Yerine 'Anglomanlıca'. Bilim/teknik/tıp dilinde de aynı tutum sergilendi; eski Türkçe mevcut terimlerden vazgeçildiği gibi, kök Türkçe'den terim türetme yerine 'Tarzanca' ile eğitimle derinden desteklenen yabancı, 'Anglomanlıca', terimler salatası yeğlendi.Tarih ve edebiyatımıza bağlı olan dilcilerimiz, edebiyatçılarımız, halk ve edebiyat dilinin mâruz kaldığı tasfiyeciliğe karşı çıktılar. Ama üç hataya düştüler:1) O sıralarda başlamış olan sahte sağ-sahte sol bölünmesinin etkisinde kalarak tasfiyeciliği dil konusunda yapılan bir yanlışlık olarak telâkki etmek yerine, bunu 'solculuk' (yâni o dönemin dış kaynaklı anlayışıyla 'komünistlik'!) saydılar.2) Tasfiyecilik konusunda gösterdikleri hassasiyeti, dilimize batırılmakta olan yabancı, 'Tarzanca' (Anglomanlıca) lâflara karşı göstermediler. [Bunun izâhı ne olabilir dersiniz? Herhalde 'aslan Amerika' nüfuzuyla gelen İngilizce bozuntusu kelimeleri kucaklamak 'komünistliğe' karşı durmak mânâsına alınacaktı. Şuur altında bile olsa, bu tavırda olanların 'sağcı'lığının milliyetçilikle (kültür ve dil anlamında tabii) bir alâkası kalmadığı sonucuna varılabilirdi.] 3) Tasfiyeci 'sol' kesime muhafazakâr kesimin tepkisi hedefini aşıp kök Türkçe'nin tümüne, bu arada kök Türkçe'den türetilen bilim/teknik terimlerine de taştı. Bu kesimden bazı (maalesef kilit noktalara getirilen) kimseler, (herhalde 'Azmanistan'a hizmet etmeyi 'anti-komünistlik' saydıklarından olacak), yabancı dille, 'Tarzanca' ile eğitimin Türkiye'ye yerleştirilmesi için cân-ı gönülden çalıştıkları gibi, buna koşut olarak kök Türkçe bilim/teknik dilinin gelişmesine de karşı durup İngilizce yabancı terimlerin Türkçe'ye bulaşmasına yardımcı oldular.'ÖZ TÜRKÇE' DERKEN?Kök Türkçe'den sözcükler türetmekte faal olanların haylisi, bunu âdetâ eski Türkçe'yi yok etmek için kullanıyorlardı; ama bilhassa ilerleyen yıllarda 'Tarzanca' istilâsına karşı çalışanlar azdı. [Bu meâlde çok değerli büyük gökbilimcimiz Prof. Abdullah Kızılırmak'ı (Bkz. A.K., 'Gökbilim Terimleri Sözlüğü' ((eski) Türk Dil Kurumu yayını, Ankara, 1969); ayrıca çıkardığı 'Fen Dergisi'nin ciltleri) rahmet ve şükranla anmayı borç bilirim. Kendisi, 1980 ihtilâli akabinde YÖK'ün kurdurulmasıyla birlikte dünya çapındaki rasathanesinden, yetiştirmekte olduğu doktora öğrencilerinden (Ege Evrenkenti'nden) uzaklaştırılarak, köyüne çekilmek zorunda bırakıldı. Orada kahrından 50 küsur yaşında vefat etti.] Basın-yayındaki 'Öz Türkçeci'lerin (tasfiyecilik ağırlıklı olanlarının) çoğu sonradan eski Türkçe'si de, kök Türkçe'si de var ve kullanılmakta olan sözcükler yerine bol bol 'Tarzanca'larını kullanmayı mârifet edindiler ( örn.: 'ayrıntı' veya 'teferruat' yerine şu âdi 'detay' lâfı. Başka pek çok örnek için lütfen 'Bye Bye Türkçe' kitabımıza bakınız). Üstelik dili yok edici en büyük tehlike olan yabancı dille eğitime karşı durmak bir yana, bizim daha 1953'te başlayan ve yıllarca tek başımıza sürdürdüğümüz mücadeleye de, 'sahte sağcı'larla bu konuda pek güzel anlaşarak mâni olmaya çalışıyorlardı. Zâten sağdan da, soldan da kimin sahte, kimin gerçekten millîci, kimin gerçekten 'emperyalizme karşı solcu' olduğunu, yabancı dille eğitim konusunu turnosol kâğıdı gibi sürerek hemen anlıyorduk. Bu 'deney' sonuçları sonradan da hep doğrulandı. (Örneğin yıllar sonra 1995-2001 arası yabancılara topraklarımızın teslim edilmesi yasalarına hep birlikte sessizce imza basanlara bakın.]Şimdilerde de eski sağdan da, eski soldan da (veya 'dindar' kesimden) olanların bazıları 'Tarzanca' kelimeler kullanarak kendilerini (duruma, kesime göre) 'Avrupacı' (ne alâkası varsa), 'küreselci', 'çağdaş', ya da 'ilerici' göstermeye çalışıyorlar. (Ama temelde, zayıflayan ulusal bilinç ve de aşağılık duygusu yatıyor.) SONUÇTA:Yıllar önce dediğimiz gibi (Bkz. 'Bye Bye Türkçe kitabımız); ' 'Kelime' mi, 'sözcük mü' derken İngiliz atını alan Üsküdar'ı geçiyordu.' Ama çok şükür uzun yıllar boyu mücadelemizden sonra halkımızdan, gençlerimizden, öğretmenlerimizden pek çoğunun bilinçlerinin bilenmesiyle yaban atı artık 'Üsküdar'ı geçemiyor, geçemiyecek. Gerçi 1960-1980 arası 'ara nesil'den bazı saplantılıların 'Osmanlıca', 'Öz Türkçe' ikilemi, azalarak ta olsa, devam ediyor; Türkçe'nin ikiye bölünüşü marazı geçmiş değil. Bunun tedâvisi, çâresi, bir sonraki yazımızın konusunu teşkil edecek.

Prof.Oktay SİNANOĞLU

İkiye Bölünmüş Türkçe'ye Çare ve İleri İlkeler.

İkiye Bölünmüş Türkçe'ye Çare ve İleri İlkeler.
Geçen iki yazımızda sayısı hayli kabarık dilcilerimizin, bazı edebiyatçılarımızın, hattâ Türkçe-severlerimizin, 1950'lerden itibâren, nasıl ikiye bölündüklerini, Türkçe'nin meselelerini, başka hiçbir ülkede ve dilde görülmedik biçimde, dışarıdan üretilmiş 'sahte sağ' ve 'sahte sol' çatışmalarıyla karıştırdıklarını yazmıştık. Durum öyle bir hâle gelmişti ki, zâtın biri konuşurken 'kelime' dese kendisine 'faşist', 'sözcük' dese 'komünist' yaftası yapıştırılıyordu. Dolayısıyla ne diyeceğini şaşıranlar da çoktu. Mantığı rafa kaldıran ipe sapa gelmez bağnazlıklar, saplantılar, milletin her şeyine olduğu gibi Türkçe'ye de zarar veriyordu.Ama iki taraf saplantılılarının bir kısmı, daha kötüsü, dışarıya hizmet etmeyi kendine şiâr edinmiş maskeli takımının tümü bir konuda iyi anlaşıyorlardı: Türkçe'yi millî eğitimin, bilimin dili olmaktan men etmek, yerine 'Tarzanca' ile sömürge eğitimi koymak; hem de, 'Eski Türkçe', 'Kök Türkçe' şeklinde ikiye bölünmüş Türkçe'nin hiçbir biçimine aslında hassasiyet göstermeyip dilimizi, ona batırılan, yırtık pırtık eden, 'Anglomanlıca', 'Tarzanca' dediğim İngilizce bozuntusu yabancı sözcük dikenleriyle doldurmak. 'Bye Bye Türkçe' (Otopsi Yayınevi, İst., 20.Baskı Mayıs 2005) kitabımızda etraflıca ve tarihî misâllerle anlattığımız üzere, dili de ikiye bölüp yok etmek (dolayısıyla Türk ülkesi ve ulusunu târihe gömmek) tezgâhının sömürgeci dış düşmanlarımız (ve dâhilî bedhahların işbirliğiyle) başlatılmış olup hâlen de desteklendiğini artık herkes idrak edebilmeli (çok şükür idrak edenler de çoğalıyor). Ancak işin kökeni anlaşılıp, özellikle dilcilerimizin, edebiyatçılarımızın, basın-yayın mensuplarının aralarındaeski saplantılardan kurtulmamışlar veya olayın mâhiyetini fark etmeyip sâfiyâne Türkçe'ye istemeyerek zarar verenler varsa, onların da artık Türkçe'nin bütünü etrafında birleşmeleri, Türkçe'nin karşısındaki hakikî tehlikelere karşı hep beraber mücadeleye katılmaları gerekiyor. Türkçe'nin Batı dillerinin (tabii şimdi özellikle günün büyük sömürgecisinin dünya köleleri için revâ gördüğü dil bozuntusunun) hâkimiyeti altında ezilip yok olmaması için yapmamız gerekenlerin bazılarını, zaman zaman yıllar öncesinden beriki bazı yazı ve kitaplarımızda belirttik.Şimdi çareleri, mücadele unsurlarını toparlayıp ilerisi için Türkçe konusundaki ilkelerimizi sıralayalım:1. Eski aydın diliyle, halk diliyle, târihî ve günümüz Avrasya lehçeleri ile Türkçe bir bütündür. Tümüyle kullanılmalı, öğretilmelidir. Türkçe'nin bütünü etrafında tüm aydınlarımız birleşmeli, Türkçe, târihimizle geleceğimiz arasında, hem de Avrasya coğrafyasındaki Türk halkları arasında yeniden köprü olmalıdır. Dolayısıyla:2. Türkçe'nin bölünmesine ve tasfiyeciliğe hayır, zenginleştirmeye evet.3. Kavramların 'eski', 'yeni' Türkçe karşılıkları dururken, 'Anglomanlıca', 'Tarzanca' lâflar kullanmayacağız. Örneğin, 'teferruat' ve 'ayrıntı' dururken 'detay' deme züppeliği de ne oluyormuş?4. Yeni kavramlara karşılıklar, binlerce yıllık ve halk diliyle de bağdaşık olan 'Kök Türkçe'nin matematik gibi terim türetme kurallarıyla karşılanacak; bu kuralları okullarda herkes iyi öğrenecek. [Burada önemli bir yöntem meselesi şu: 'Kavram'ları Türkçe'de başka türlü (ve çoğu kez Batı dillerinden daha uygun ve güzel) ifâde ederiz. Batı dili bir kelimeyi Latince vb. tesâdüfen gelmiş kökeninden harfiyen tercüme olmaz; kavrama Türkçe yeni karşılık bulmalıyız. (Meselâ, 'üniversite' lâfının eski kökenini değil kavramı çevirerek, vaktiyle 'evrenkent' sözcüğünü türettik, 'evrensel bilgilerin üretildiği ve öğretildiği yer' anlamına.)] Ancak:5. Bin yıldır kullandığımız, bazılarını Arapça, Farsça köklerden Türklerin türettiği [özelikle İngilizce ve Fransızca'da Latince, eski Yunanca'dan (Grekçe) türetme yapıldığı gibi, o devir Türkçe'sinde de çok uluslu bir büyük devlet (Batı anlamında, tarzında 'imparatorluk' dememeliyiz) olmanın icâbı], çoğu halk diline kadar girmiş 'Eski Türkçe' sözcükleri tasfiye etmemeli, onları da kullanmalı ve öğretmeliyiz ki geçmişimizle, atalarımızla, edebiyatımızla bağımız kopmasın.6. Eşanlamlılar hakkında ilke: Her dilde eşanlamlı gibi başlayan kelimeler zamanla anlam kaymasına uğrar; her biri biraz değişik anlama gelmeye başlar. Bu dili zenginleştirir. (Lâf, söz; kelime, sözcük; bilim, ilim ikililerindeki gibi.) Ayrıca her kelimenin üstünde târih ve kültür birikimini yansıtan bir 'çağrışım bulutu' vardır. Tüm bu sebeplerden 'Eski Türkçe', 'Kök Türkçe' tüm sözcükleri korumalı ve kullanmalıyız. Bir de şu misâle bakın: Türkçe'de 'münakaşa', 'müzakere', 'münâzara' birbirine yakın ama önemli değişik anlamlara gelir. Bunları atıp (tasfiye edip), yerine sâdece, kendisi de çok güzel bir 'Kök Türkçe' sözcük olan 'tartışma'yı koyarsanız dili fakirleştirir, yaratılan boşluğa 'Tarzanca' kelimeler dolmasına yol açarsınız.7. Eski, yeni her türlü güzel Türkçe'si dururken İngilizce bozuntusu bir lâf paralamanın kökeninde yabancı dille (genelde şimdi 'Tarzanca') eğitim yatıyor. Bu sömürge, bu misyoner okulu türü eğitim çocuklara aşağılık duygusu aşılarken, bir yandan da düşünme kabiliyetini köreltmekte, ulusal bilinci de yıpratmaktadır.8. Garip İngilizcemsi dükkân, işyeri, şirket, renkli, allı pullu, 'magazin' türü dergi/mecmua adları salgınının da kökünde aynı aşağılık duygusunu, sömürge ruhunu, ve tabii yabancı dille eğitimi bulabilirsiniz. İlkemiz, 'yabancı dille eğitime hayır, mesleğe göre gerekebilecek yabancı dilleri ayrıca, yabancı dil derslerinde, yabancı dil öğretme uzmanı öğretmenlerle öğretmeye evet' olacaktır. [Atatürk'ün 'millî eğitim' ilkesi de bu idi.] 9. Her düzeyden okullarımızda 'Eski Türkçe', 'Kök Türkçe' hepsi çok iyi öğretilecek, son on yıl öncesine kadar olduğu gibi binlerce yıllık edebiyatımızın tümü okutulacak. Gençler, 40-50 yıl önceki bir yazıyı anlamakta zorluk çekmeyecek (hattâ daha öncekileri). Nerede görülmüş? Atatürk'ün 'Büyük Nutuk'unu bile 'sâdeleştiriyoruz' bahanesiyle tercüme edip anlamını bile kasden değiştiriyor; üstelik ruhunu, üslûbunu, gücünü yok ediyorlar. Peyâmi Safâ'nın sâde dille yazılmış nefis '9. Hâriciye Koğuşu'nu bile 'güncel Türkçe'ye tercüme' edip geçenlerde bastılar. Daha önce de 'Türk okulları(!)' için o güzel Türkçeli Ömer Seyfettin hikâyelerinin, üstelik, 'Tarzanca'larını çıkardılar. Görülüyor ki tüm bu kepazelikler, ahmaklıktan değil, Batı planına göre Türkçe'nin, kimliğiyle, târihiyle Türk milletinin yok edilmesi için tezgâhlanmaktadır. Bunlar kesinlikle engellenecek. Herkes, yazar nasıl yazdıysa aynen öylesini okuyup anlayacak. Yoksa, zâten ne edebiyat kalır, ne yazar.

Prof.Oktay SİNANOĞLU

TÜRKÇENİN ANADİL OLARAK DÜNYADAKİ YERİ

Sovyetler Birliği'nde, Ağustos 1991'deki başarısız darbe girişimini izleyen aylarda, bu devleti oluşturan cumhuriyetler sırayla bağımsızlıklarını elde edince gözlerimiz öncelikle Kafkasya ve Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetleri'ne çevrildi. Çünkü, artık bu ülkelerle siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda ilişki kurarken söz konusu olan sınırlamalar büyük ölçüde ortadan kalkmıştı. Bu nedenledir ki, bazı genel pürüzler nedeniyle doğan gecikmeler hesaba katılmazsa, artık düzenli olarak Türk Cumhuriyetleri'nin Devlet Başkanları, Başbakanları ve hükümet temsilcileri biraraya geliyor ve çeşitli alanlarda işbirliği olanakları yaratmaya çalışıyor, en azından ilişkileri geliştiriyorlar. Buna ek olarak da düzenli aralıklarla dil kongreleri düzenlenmeye başlanmış bulunmaktadır. Bu kongrelerde ana amaç, öncelikle bir ortak alfebenin en kısa zamanda oluşturulması, Türkçenin bütün lehçelerini kapsayan geniş bir Türkçe sözlüğün hazırlanması, ortak bir dil oluşturulması için gerekli altyapı koşullarının incelenmesi ve bunların oluşturulması olarak özetlenebilir. Bu yazıda, Türkçenin çeşitli lehçe ve şiveleri ile bunları 'anadil' olarak konuşan Türk devletleri, özerk cumhuriyetleri ve toplulukları konu edilecek, ayrıca bu lehçe ve şivelerin yaklaşık kaç kişi tarafından konuşulduğuna, bu toplulukların ağırlıklı olarak nerelerde yaşadıklarına yer verilecektir.
Türkçenin lehçeleri ve yayıldıkları coğrafya Burada, (biri dışında) tüm Türk topluluklarının kendi dillerini yani Türkçenin lehçelerini ve şivelerini anadil olarak konuştukları kabulu kesinlikle yanlış olmayacaktır. İkinci dil olarak ise, geçmişte veya günümüzde de bağımlı bulundukları devletlerin resmi dilini konuşmaktadırlar. Bunlar içinden en önemlileri Rusça, Çince, Farsça, Bulgarca ve Ukraynaca'dır. Kuşkusuz bu dillere ayrıca Arapça, Yunanca ile 1960'dan sonra Türklerin isçi olarak yabancı ülkere göçü sonucu öğrendikleri diller olan Almanca, Hollandaca Fransizca ve İngilizce de eklenebilir.
Anadolu Türkçesi Anadolu Türkçesi, Türk dilleri içinde Oğuz dilleri grubunda yer alır. Toplam nüfusları 60 milyona yaklaşan ve Anadolu, Trakya, Kuzey Kıbrıs'ta (Kıbrıs'taki Türk nüfusu yaklaşık 140 bindir) yaşayan Anadolu Türkleri tarafından konuşulan bu dil, Türk lehçeleri arasında en büyük grubu oluşturur. Ayrıca bu lehçe, şu Türk azınlıklarının da ana dilini oluşturmaktadır:
Türk Azınlıklar Nüfus Bulgaristan Türk azınlığı 750.000 Batı Trakya Türkleri (Yunanistan) 140.000 Makedonya Türk azınlığı 66.000 İrak Türkmenleri 300.000 Başta Almanya (1.920.000) olmak üzere Hollanda (250.000)Fransa (240.000) Belçika (85.000) İngiltere (65.000) ve Danimarka'ya (37.000)1960'li yılların başından itibaren göç etmiş Türkler 2.600.000
Azeri TürkçesiAnadolu Türkçesine yakınlığı ile bilinen Azeri Türkçesi de Oğuz dil grubundadır. 'Azeri Türkleri'nin toplam nüfusu yaklaşık 23 milyon kadardır ve Azerilerin ancak 6,5 milyon kadarı Azerbaycan Cumhuriyeti'nde yaşarken yaklaşık 16 milyon Azeri, İran İslam Cumhuriyeti'nin kuzeyinde (Güney Azerbaycan), 330 bini Gürcistan'da ve 110 bini Ermenistan'da yaşamaktadır.
Özbek TürkçesiDilleri Karluk grubunda yer alan 'Özbek Türkleri'nin büyük çoğunluğu Özbekistan Cumhuriyeti'nde (16,2 milyon) yaşamaktadır. Başta Tacikistan (1,5 milyon) olmak üzere Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Afganistan'da yaklaşık 3 milyon Özbek bulunmaktadır.
Kazak TürkçesiKazakça, Türk dillerinin Kıpçak grubunda yer alır. 'Kazak Türkleri'nin büyük bölümü Kazakistan'da yaşarken, komşu cumhuriyetlerde de (özellikle Türkmenisten, Moğolistan) Kazak azınlıklara rastlanır ve toplam nüfusları 9 milyonu aşar.
Kırgız Türkçesi Kırgız dili, Kırgız-Kıpçak grubunda yer alır ve bu dili konuşan Kırgızların sayısı, diğer komşu cumhuriyetlerde yaşayanlarla birlikte 4 milyonu bulur.
Türkmence Türkmenistan Cumhuriyeti'nde bugün 3 milyon, diğer bölgelerde de (İran, İrak, Afganistan) yine yaklaşık 3 milyon Türkmen yaşamaktadır. Dilleri Oğuz grubunda yer alır ve Anadolu Türkçesine çok yakın nitelikler taşır.
Tatarca 'Tatar Türkleri'nin 2 milyonu Rusya Devleti'nin içinde (Moskova'nın yaklaşık 750 km güneydoğusunda) Tataristan Özerk Cumhuriyeti'nde (Kazan Tatarları) yaşarken, 1,1 milyon Tatar yine Rusya içindeki Başkurdistan Özerk Cumhuriyeti'nde, 350 bini Kazakistan'da ve 300 bini ise Kırım Yarımadası'nda (Kırım Tatarları) yerleşmiştir. Dilleri Kıpçak grubundandır.
Baskurt Türkçesi Günümüzde Başkurdistan Özerk Cumhuriyeti'nde (Moskava'nın yaklaşık 1.250 km Güneydoğusu'nda 1milyon, diğer bölgelerde ise 1,6 milyon Başkurt Türkü yaşamaktadır. Dilleri Kıpçak grubunda yer alır.
Karakalpak Türkçesi Dilleri Kıpçak grubunda yer alan Karakalpak Türkleri, Özbekistan'da (Aral Gölü'nün güneyinde) Karakalpak Özerk Cumhuriyeti'inde yaşarlar; nüfusları 500 bin civarındadır.
Çuvaş Türkçesi Çuvaşistan Özerk Cumhuriyeti'nde (Moskova'nın yaklaşık 600 km güneydoğusunda, Tataristan Özerk Cumhuriyeti'nin kuzeybatısında) 950 bin civarında Çuvaş Türkü yaşamaktadır.
Sors Türkçesi Kültür ve dil yönüyle Hakas ve 'Altay Türkleri'ne çok yakın olan Sors Türkleri Rusya'nın Kemerowo bölgesinde (Alma-Ata'nın yaklaşık 1.750 km kuzeydoğusunda) yaşarlar; sayıları 17.000 dolayındadır.
Altay Türkçesi Altay (Oyrat) dili Kırgız-Kıpçak grubunda yer alır. Bu dili konuşan 60 bin Altay Türkü Altay Özerk Cumhuriyeti'nde (Rusya Cumhuriyeti'nde Kemerowo'nin güneyinde, Moğolistan sınırında) yaşarken 70 bini ise diğer bölgelere yerleşmiştir.
Uygur Türkçesi Türklerin ilk yazılı eserlerinde kullanılan Uygurca, Karluk dil grubunda yer alır. Bu lehçeyi konuşan yaklaşık 16 milyon Uygur Türkü (bazı kaynaklara göre 20-23 milyon) günümüzde Batı Çin'de (Doğu Türkistan'da), çok azı ise Rusya'da yaşamaktadır.
Gagavuz (Gökoğuz) Türkçesi Dilleri Oğuz dil grubunda yer alan dolayısıyla Anadolu Türkçesine çok yakın olan Gagavuz Türkleri Moldavya'nın güneyinde 1991 yılında kurulan Gagavuz Özerk Cumhuriyeti'nde yaşamaktadırlar; nüfusları yaklaşık 160 bindir. Ayrıca Balkanlar'da ve Rusya'nın çesitli bölgelerinde dağılmış küçük topluluklara da rastlanır.
Stavropol Türkçesi Türkmence ve Nogay diline çok yakın olan bu dil, bölgeye göç etmiş Türkmenler tarafından konuşulmaktadır.
Kumuk Türkçesi Kumuk Türkçesi Kıpçak grubundan olmakla birlikte Anadolu, Azeri ve Karaçay dillerine yakınlık da gösterir. Toplam nüfusları 300 bin kadar olan 'Kumuk Türkleri'nin yaklaşık 250 bini Dağıstan bölgesinde (Kuzeydoğu Kafkasya'da) yaşamaktadır.
Karaçay Türkçesi Karaçay dili Kıpçak grubundan olup, Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyeti'nde (Gürcistan'in 200 km kuzeyinde) yaşamakta olan yaklaşık 160 bin Karaçaylı tarafından konuşulmaktadır.
Balkar (Malkar) Türkçesi Dilleri hemen hemen Karaçay Türkçesi ile aynı olan Balkar Türkleri Gürcistan'nın kuzeyinde, bu ülkeye komşu olan Balkar Özerk Cumhuriyeti'nde yaşamaktadır; sayıları 85 bin civarındadır.
Karaim Türkçesi Kıpçak dil grubuna ait Karaim dili bugün çok az Karaim Türkü tarafından konuşulmaktadır. Bunlar, Ukrayna'nın batısı, Litvanya ve Polanya'da yaşamaktadır.
Hakas Türkçesi Hakas Türkçesi Kırgız dil grubuna çok yakın olup, Hakas Özerk Cumhuriyeti'nde yaşayan yaklaşık 80 bin Hakas Türkü tarafından konuşulmaktadır.
Nogay Türkçesi Nogay Türkleri, Stavropol ve Dağıstan Bölgesi, Çeçen-İngus Cumhuriyeti ve de Karaçay-Çerkes bölgesinde dağınık olarak yaşamaktadırlar. Dilleri Kıpçak grubunda yer alan 'Nogaylar'ın sayısı 75 bin dolayındadır.
Tuva Türkçesi Yaklaşık sayıları 220 bin tahmin edilen 'Tuva Türkleri'nin 200 bini Tannu-Tuva Halk Cumhuriyeti'nde (Moğolistan'nın kuzey sınırına komşu bölgede) yaşamaktadır.
Yakut (Saka) TürkçesiMoğolcanın etkisi ile hayli değişikliğe uğrayan Yakut dili, tahmini sayıları 400 bin olan ve büyük çoğunluğu Yakut Özerk Cumhuriyeti'nde (Çin sınırına 1.250 km uzaklıktaki Doğu Sibirya'da) yaşayan Yakut Türkü tarafından konuşulmaktadır.
Kaskay Türkçesi Anadolu ve Azeri Türkçesine çok yakın bir Türkçe ile konuşan Kaskay Türkleri, Hasme Türkleri ile birlikte İran'ın güneyinde yaşarlar; sayıları 700 bin dolayındadır.
Ahiska (Mesketi, Meset) Türkçesi Dilleri Oğuz grubunda yer alan Ahiska Türkleri günümüzde dağınık olarak Özbekistan, Kırgızıstan, Azerbaycan ve Türkiye'de yaşamaktadırlar. Sayıları 200 bin civarındadır.
Sonuç VI. Yüzyilin ikinci yarısından sonra kuzeye, güneye ve önemli ölçüde de batı yönüne göçe başlayan Türk kavimleri, XV. Yüzyılın ortalarında bugünkü Bulgaristan sınırına ulaştılar. 1960'li yilların başında Orta Avrupa'ya yönelen işçi göçünü, bu göçün devamı olarak nitelendiren bazı yazarlar da görüyoruz. Bu göçler sırasinda sahip olunan özgün kültür, etkilenişim içinde bulunan diğer kültürlerle zenginleşmiş, ancak anadil olarak konuşulan Türkçe korunmuş ve böylelikle dil çok geniş kıta parçalarına yayılmıştır. Birleşmis Milletler'in 1990 yılına ait istatistiklerine göre Türkçe, 165 milyon dolayında kişi tarafından anadil olarak konuşulmaktaydı. Böylelikle dilimiz Çince, Hintçe, İngilizce ve İspanyolcanın arkasından en büyük (yaygın) dil karakterine sahiptir. Nüfus artışının ortalama % 1,5 olduğu varsayılırsa bu sayının artık 180 milyona yaklaşması gerekir. Çincenin, Çin ve Tayvan dışında Güneydoğu Asya ülkelerindeki Çin azınlık tarafından konuşulduğu, Hintçenin yalnızca Hint Yarımadası'nda yayıldığı düşünülürse, Türkçe, İspanyolca ve İngilizce gibi dünyada geniş coğrafyaya yayılmış diller arasında yer alır. Bunlardan İngilizce, Büyük Britanya dışında, Kuzey Amerika kıtasında, Güney Afrika Cumhuriyeti'nde (İngiliz kökenliler tarafından) ve Avustralya'da anadil olarak konuşulmaktadır. İspanyolca, İspanya dışında Orta (ABD'nin güneyi dahil) ve Güney Amerika'da (Brezilya dışında) yayılmıştır. Türkçenin ise Rusya Federasyonu'nun Pasifik kıyılarından başlayıp, Orta Asya, Kafkasya, Anadolu ve Trakya'yı aşıp Orta ve Batı Avrupa'daki Türklerle, ayrıca az sayıda da olsa Kuzey Amerika'ya göç etmiş Türkler tarafından anadil olarak konuşulmakta olduğunu, böylelikle Afrika kıtası ve Güney Asya dışında (değişik yoğunluklarda) tüm Kuzey Yarımküre'ye yayıldığını görüyoruz.

Prof.Oktay SİNANOĞLU

Türkçe giderse Türkiye gider !

Türkçe giderse Türkiye gider !

Türkçe'nin yazılışı, okunuşu Eskişehir'e indim; Porsuk Çayı'nın orda, dükkânın adı 'Lavash'. İstanbul, Beşiktaş yokuşunda kebapçı olmuş 'Dönerchi'. Allah Allah, bunu yazan zât-ı Avrupaî anlaşılan Batı dilinde 'ch' nın 'c' değil, 'ç' okunduğunun da farkında değil. Ve tabii böyle gülünç (daha doğrusu acınacak) misâlleri artık sıkça görüyorsunuz. Sâdece aşağılık duygusundan, sömürge ruhluluktan mı, yoksa üstüne özenti sıvanmış bir kara câhillikten mi oluyor bunlar dersiniz? Sanmam; işin temelinde 'millî eğitim'i 1946'dan beri güdümüne almış yabancı danışmanların (ve tabii onların yerli emir kullarının) kademeli oyunlarından biri yatıyor. Nasıl mı?Kademeler şöyle:1. Önce Türkçe ikiye bölündü (yanlış adlarıyla 'Osmanlıca', 'Öz Türkçe', geçen iki yazımda belirttiğim daha doğru adlarıyla 'Eski Türkçe', 'Kök Türkçe' diye). Bilim terimleri, Atatürk'ün yolunda bir süre Kök Türkçe'den türetilip bu terimler ortaöğretime yerleşti. Ancak aynı terimleri evrenkentler ( üniversiteler ) pek kullanmadığı için tam bir teknik dili birliği oluşmadı. 'Solcu' diye bilinen Öz Türkçeciler 1950-1980 arası tedrîcen ana gayeden uzaklaşıp Eski Türkçe'yi tasfiye yoluna girdiler. 'Sağcı' diye bilinen Eski Türkçeciler ise bu tasfiyeciliğe aşırı bir tepki olarak bilim için Kök Türkçe'den türetilen terimlere dahî düşman oldular. (Bu konuları son iki yazımda etraflıca işledim). Oluşan boşluğa İngilizce bozuntusu (Tarzanca) lâflar hücum etti. İki tarafın da saplantılıları, artan 'Anglomanlıca' tehlikesine pek aldırmadılar; birbirleriyle 'Kelime mi, sözcük mü?', 'Millet mi, ulus mu?' diye kavga etmeyi sürdürüyorlardı. 2. İngilizce ile eğitim, önceleri yalnız fen dersleri olmak üzere ilk kez bir Türk okulunda (hem de Atatürk'ün tam tersi gayeyle kurduğu okulda) 1953'te başladı. Kısa sürede bu, devletin birçok okullarına, sonra özel ve cemaatlerinkine bulaştırıldı. 1960'ta gene dış telkinle ilk kurulan İngilizce dilli Türk evrenkentini zamanla birçok yenileri tâkip etti. Bunlarda yalnız fen değil, tüm dersler İngilizce oldu (tarih, edebiyat dâhil). Kamuoyu toptan aldatıldı.(Bkz. O.S, 'Bye Bye Türkçe' kitabı (Otopsi Yayınları, İst., 25.baskı 2005).3. 1990'larda 'Tarzanca' ile eğitim ilkokullara, anaokullarına kadar indirildi. (Bir ülkenin dilini yok etmenin temel yöntemi).4. Bir yandan da Türk yazısını bozmak (sonra yok etmek) faaliyetleri yürütülüyordu. 1980 darbesinde, birden Türk yazısındaki inceltme işaretleri (^) kalktı. Tabii bu, 'Eski Türkçe' sözcükleri yazılamaz hâle getiriyor, Türkçe'ye de büyük bir karışıklık darbesi vuruyordu. (Örn. 'hala' 'hâlâ', 'kar' 'kâr' ikililerindeki gibi.) İşin garibi, tasfiyeciliğe karşı olanlar dâhil 'sağ'lı, 'sol'lu basın-yayın bunu uyguladı. Kimin başlattığına gelince, iki taraf ta birbirinin üstüne atıyordu. Demek ki, hiçbirinden değil, olay gene yabancı danışmanlardan (yâni 'güdücü'lerden) kaynaklanmıştı. [Sanırım aynı sıralarda, okullarda da Türkçe yazım kuralları öğretilmez oldu. Zâten edebiyat (ve târih) dersleri de azaltılıp duruyordu]. 5. Atatürk'ün yeni Türkçe yazısı tüm dünyanın imrendiği, bütünüyle diline tam uyan, okunduğu gibi yazılan, yazıldığı gibi okunan bir yazıdır. Herkes bu yazıyı birkaç haftada öğrenebilir. İlk defâ karşınıza çıkan bir kelimenin nasıl okunacağı, nasıl yazılacağı diye bir sorun yoktur. 'Harf harf söyle' diye sorulmaz. Batı dillerinde, özellikle şu imlâsı tam bozuk 'Tarzanca'da ise, biri 'Adım Smith' dese, öbürü hemen, 'spell it' (harfle) der. Ne gülünç; halbuki 'Smith', Türkçe'deki 'Mehmet' kadar yaygın bir isim. Türkçe'nin ve yazısının bilgisayar ve bilim için en uygun dil ve yazı olduğu hakkında ise Batılılar da artık yazılar yazıyorlar.Dili İngilizce olan okullarda çocuklara okuma yazma öğretmek çok zordur. Her sözcüğün okunuşunu yazılışını çocuk ezberleyecek. Kural kaide yok. Nitekim ABD basınına göre orada liseyi bitirenlerin yüzde 60'ı kendi dili İngilizce'yi dosdoğru okuyup yazamıyor. Türkçe'de ise yakın zamana kadar çocuklar heceleme yöntemiyle ve Türkçe'nin güzel kuralları sâyesinde her şeyi hemen okuyabilir, yazabilir konuma ilk yılda gelirlerdi. Derken, Türkçe'yi yok edip yerine 250 kelimelik köle dili İngilizce'yi koymak ana planına uygun olarak, yabancı danışmanların güdümüyle okullarımızda Türkçe okumak yazmak öğretimi yöntemi değiştirilip kelime kelime, her birisinin görüntüsünü ezberleme yöntemi kondu. Sonuçta evrenkentli gençlerin bile imlâsı bozuldu (e-postalarda sık sık görüyoruz). Tabii buradaki dış güdüm gayesi, aslında sâdece İngilizce okumayı öğretmek, Türkçe'yi toptan yok etmek. Ayrıca ilkokulda Türk alfabesi öğretirken 'x', 'w', 'q' yu da katıyorlar.Yukarıda, bir dizi abuk sabuk, mantıksız gibi görünen olayların, yapılanların arasında nasıl bir temel bağıntı, nasıl bir düşman hedefine doğru adım adım yürüyüş olduğunu göstermeye çalıştık. Umarım durum belirginleşmiştir.Şimdi Türkçe'nin yazısı konusundaki ilkelerimizi şöyle sıralayabiliriz:a. Türk yazısında inceltme (^) işaretleri herkes tarafından mutlaka kullanılmalıdır. (Bilgisayarda onları koymak da çok kolay.) Yazarlar, çıkacak yazılarında koydukları inceltme işaretlerinin aynen baskıda da olması için yayınevine, gazete, dergi idâresine (bizim yaptığımız gibi) ısrar etmeli.b. Okullarda okuma yazma tekrar bizim usul heceleme yöntemiyle öğretilmeli. Türkçe'nin dilbilgisi, ses uyumları, terim türetme kuralları eskiden olduğu gibi çok iyi öğretilmeli. c. Türk edebiyatı (her dönemdeki) ve târihi dersleri yeniden ihyâ edilip 1980'e kadar olduğu şekle ve miktara rücû etmeli; tarih derslerinde Türk kültür tarihine verilen yer de artırılmalı. Tabii bütün bunların olabilmesi için her düzeydeki eğitimi düzenleyen devlet kuruluşları artık kesinkes yabancı 'danışman'lar hâkimiyet ve güdümünden kurtarılmalı. Türk gençliğinin, dolayısıyla milletinin geleceğini, kaderini gizli, açık düşmanlar değil, Türk milletinin öz vatansever evlâtları belirleyecektir.

Kaynak: Prof.Oktay SİNANOĞLU